12 Mayıs 2009 Salı

özür

Mchlngl senden özür diliyorum, sen gelmiş geçmiş en güzel adamsın.

10 Mayıs 2009 Pazar

no sex!

25 yaşında neyi becerdiniz. bi insan 25 yaşında ne becerebilir. veya şöyle söyliym; bi işte zirve olmak için kaç sene çalışmalısınız ki o işin tarihinde yapılmış en iyi şeyi yapabilesiniz. 30-40 belkide bir ömür.

Peki bu adam yani Michelangelo bu heykeli yapabilecek seviyeye ulaşabilmek için kaç sene uğraşmıştır sizce. ön bilgi vereyim. "davut" isimli bu heykelin yapımı 3 seneyi bulmuş, 5 metrenin üzerinde ve yekpare memer. sanatçının 26 yaşındayken tamamladığı "davut", heykel sanatının baş yapıtı.

peki 26 yaşında millet güzel sanatlara hazırlık kurslarında kurşun kalem öğütürken nasıl olurda bu adam gelmiş geçmiş en iyi heykeli yapar.

13 yaşında ustasına emanet edilen bi çırak, atölyede geçen çocukluk, atölyede geçen ergenlik dönemi. aslında cevabı zor değil. adam çirkin, hemde öyle çirkinki yüzüne bakılası değil. manita yok arkadaş yok. başarı var.

9 Mayıs 2009 Cumartesi

ye kürküm ye!

beynimize vura vura, kakıla kakıla sokulan. "iyi şablon" diye zorla inandırılan (her nedense). milli değer diye sahiplenilen. heykelleri dikilen, kitapları yazılan, kahramanlaştırılan bi sürü şey, bi sürü insan var. çocukken pembe beynimize usulca, güzellikle yerleştirdiğimiz ve akilbali olduktan sonrada asla kahramanlığını, insanlığını sorgulamadığımız, hatta sorgulamayı günah değerlendirdiğimiz klişelerden biride 'nasrettin hodja'mızdır.

kimdir nasrettin (hoca demiyorum, bi değerlendirelim hak ederse hocada deriz, hazret bile deriz).

bizi güldüren (varsayalım), güldürürken düşündüren nasrettin göle yoğurt mayalıyormuş, adamın biri demişki hoca delimisin göl maya tutarmı, oda demişki ya tutarsa. sonuç: nasrettin manyak, ziyankar, sopalık deli.

adam gelmiş "hoca borcun var bana, ne zaman ödiycen" demiş, nasrettin:"bak diken ektim yolun kenarına , onlar büyüyecek, koyunlar gecerken dikenlerine yünleri takılacak, ben o yünleri satıcam borcunu ödiycem". sonuç: nasrettin borcuna sadık olmayan , sözünde durmayan sopalık deli.

hocayı düğüne almamışlar, gitmiş güzel bi kürk giymiş. kürkün hatrına almışlar içeri, yemek yerken kürkünü tabağa sokup "ye kürküm ye" demiş. sonuç: nasrettin uyanık, açıkgöz sopalık bi deli.

nasrettin kasabaya iniyomuş, köyün çocukları peşine düşmüş "hocam hocam bize düdük getir" demişler. içlerinden biride hocaya istediği düdüğün parasını vermiş. nasrettin kasabadan dönerken sadece paraveren çocuğa düdük almış. ve diğer çocuklara erol taş edasıyla "parayı veren düdüğü çalar" demiş. sonuç: sizi bilmem ama bu münasebetsiz adamı değil coluğuma çocuğuma örnek diye göstermeyi, kapıdan içeri sokmam.

saygılar, düşünen insanlara.

not: ulubatlı hasan diye birinin hiç yaşamadığını, fazarfen ahmet çelebinin galata kulesinden asla uçmadığını biliyormusunuz. neden: böyle yalanlara ihtiyacımız var.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

GAVAT YELLERİ

Yaşasın yaşlanıyorum galiba; emosundan, saçlarıyapılı lakin götünde eşofmanla dolaşan kızına, tokyo otelinden, murat bozuna gençlik denen dallamalıklara fena halde kıl kapıyorum, hatta hatta söğüyorum (bakınız anlamadığınız tabirler kullanıyorum, neden? yaşlanıyorum).

Platon (Allah gani gani rahmet etsin) bu tür insanlara "yığın" derdi sohbetlerimizde, "abicim kırıcı oluyorsun bazen" diye sitem ederdim fakat kemale yaklaştıkça nede haklı olduğunu ve end lisanında bu tür lakırtıların zaman aldığını anladım (aras öpüyorum yanaklarını).

Neyse gelelim gençlere "alın bu sizin, bunlarda sizden" diye sunulan "gavat yelleri " dizisine. özetle şöyle dizi küçük bi kasabada üç velet var. bunlar kanka, bunlar dost, bunlar beşikten buyannı arkadaş. derken medeniyetin beşiğinden, alamanyadan akranları bi kızcaaz gelir ve aralarına katılır. mine (medeniyetten gelen), bu üç saf, biribirine kardeş kasabalı gence "bak bunlar çükünüz, aslı buda senin kukun" diyerek apış aralarındaki o vakte kadar sadece işemek için güneşe çıkarılmış uzuvlarını gösterir ve "bunları birbirine değdirince insan bi hoş oluyo" der. dizi başlar o anda. sanırım iki senedir süren bu GENÇLİK dizisinde herkes herkese değdirir, herkes herkesi bi hoş eder. kukular çükler fırdöner, yandım çavuş yetiştir hortumu tadında sürüp gider dizi. deniz mineye, aslı denize, aslının ablası denizin babasına, yamukağız öğretmenine, öğretmeni yamukağızın abisine, su yamukağıza, atakan su'ya , o ona bu buna. reyting düşmesin diye diziyi yazan arkadaş kombinasyon kalmadıkça diziye yeni kukular, yeni pipiler ekler. bu "sex and city" kıvamı sürüp gider. Vesaire.

insaf, bu gençlik dizisi değil. yaşını başını almış bi adamın (!) fantazileri vede kesesini doldurması. cebleri dolu vaziyette kendi cektiği diziyi izlerken masturbasyon yapmıyosa ne oliym.

eeee, bunu yiyen gençliğede yuf. anladıkmı?

4 Mayıs 2009 Pazartesi

"serbest meslekle uğraşıyorum"

bir zamanlar (etik kelimesi icad edilmeden evvel) meslek ahlakı diye bişey varmış, kişi meslek sahibi olabilmek için belli bir öğrenim sürecinden geçer, işinde ustalaşır, ahalinin saygısını kazanır ve akabinde mesleğinin bağlı olduğu zatı muhterem tarafından icazet verilirse (vede ustasının kefilliğiyle) işyeri sahibi olurmuş. mesleğini icra ettiği sürecede bu meslek odasının (şimdiki karşılığıyla) kontrolünde olurmuş. işte bundan dolayı bu kişilere farsça "ser-i best" yani türkçesi "başı bağlı" denirmiş.
"abi çiğköte revaçta ufak biyer açalım", "okul çıkışında kerane tatlısı satalım", "bi fotokopi makinası alıp paranın amına koyalım", efenime söyliym "sesim güzel bi kaset doldurayım", "bizim çoçuğun hesabı kuvvetli bi bakkal açalım" gibi lakırdılar edilemezmiş.
Yani "serbest" "ben açarım dükkanımı free takılırım, kendi hesabımı kendime veririm" değildir. baş anlamıda "ser", düğüm anlamında "best" ten oluşan farsça bir isim tamlamasıdır ve "başıbağlı" demektir.