31 Ağustos 2010 Salı

Rodin (fransız ama iyi). Bolum-01


"Buramı oğlum" dedi komiser. Cebinden daha önce onlarca kere çıkardığı kağıdı bi daha çıkarıp yüzüne iyice yaklaştırdı. kısık, heyecanlı bir sesle heceleyerek okudu ve "burası amirim, hiç şüphe yok". Komiser elindeki kısa sert jopla önünde durdukları yüksek, koyu renkli kapıyı sertce dövdü ve çirkin sesiyle bağırarak "bay Rodin, kanun namına açınız kapıyı, bay Rodin". Nefesi tükenmemişti ki komiserin, kapı hızla açılıverdi. bolsakalve bolbıyığı arasından "neler oluyor burda, bune curet" diye bağırdı Rodin . Kapının bu kadar çabuk açılacağını düşünmemişti komiser. elbet dakikalarca jopla dövecekti kapıyı "kanun namına aç, kapıyı kırmak zorunda bırakma bizi" diye bağırıp sonra 3 ten geri sayacaktı. uzun yaya yol boyunca heyecan içinde kurmuştu kafasında, ne de olsa zanlı ünlüydü, ve işlediği suç oldukça olağan dışıydı. gazetelere çıkacak, muazzam başarıyla terfi bile alacaktı. Ama öylece kalakalmıştı. "evet, bir açıklama bekliyorum" diye gürleyince Rodin, komiser sersemliğini silkinip "Hakkınızda ihbar var Rodin, atelyenizi kanun namına arıyacağız." "O bi kere atelye değil atölye" dedi Rodin. "hem ne ihbarıymış, açıklayınız" diye devam etti. Komiser beklediği dirençle keyiflenmiş pis tebessümüyle "lutfen zorluk çıkarmayın Rodin, Allah belamı versin yersin copu baldırına". "pekala komiser, buyrun. Fakat unutmayınız ki bizim vergilerimizle alıyorsunuz maaşınızı"dedi Rodin. Sinirden titreyen ellerindeki Çamur, ansızın artan vücut hararetiyle kurumuş, kaskatı kesilmişti.
Zafer edasıyla içeri giren komiser, birkaç adım atıp durdu ve ellerini beline dayayıp geniş geniş baktı Atölyeye. genç polis usulca yanaşıp arkasında durdu komiserin, eğilip kulağına şöyle fısıldadı "ne arıyoruz amirim? allasen"...

arkası yarın...
%100 reel story

19 Ağustos 2010 Perşembe

Hans HolBe(y)in 1497-1543 ( hüvel baki )


Güzelzanaatler fakültesi (marmara) giriş sınavındayım (1994) ilk iki sınavı kuzu gibi seke seke almış 3. ve son sözlü görüşmeye giricem, kapıda kendimden fevkalade emin bi şekilde sıramı bekliyorum. İçeride türk resim sanatının önde koşan neferleri boncuk gibi dizilmiş, girene "ne geldin la buraya?", "napcan ressam mı olacan?" gibi şeyler soruyolar. az sonra kapıdan, gevşek hatta az önce orgazm olmuş gibi bi tip cıkıverdi. al al olmuş yanaklarını şişirip, gözlerinide yukarı yukarı kaydırıp derin bi oh çekti ve "harikaydı" deyiverdi. diğer sanatçı adayları arsız paparazzi muhabbirleri gibi gevşeğin etrafını sarıp "ne sordular, ne sordular" diyerek inlediler. Gevşek "bitane sakallı vardı, "hangi takımı tutuyosun, neea fener mi " dedi, hep futboldan konuştuk, dosyamıda cok beğendiler galiba" dedi. "noluyo lan" dedim içimden 2 senedir desen çalışıyorum, deli gibi sanat tarihi okuyorum sırf bu mülakat için, futbolmu konuşuyolar milletle. "erkan abi hayırdır" dedim "ne futbolu, ne topu". erkan "he he dosyayı beğenmemişler muhabbeti sallamışlar, bizim hocalar alem ya" dedi gülerek (bu arada erkan beni sınava hazırlayan desen hocam, aynı zamanda okulda resim 4. sınıfta ). ardından ismim anons edildi ve jürinin karşısına oturdum, dosyamı daha doğrusu dosyalarımı serdim önlerine. Biri "ne cok şey var, güzeel" dedi . çizimler, kolajlar elden ele verildi, öğüldü . uzun uzun "hımmm, hımmm" yapıldıktan sonra tamda erkanla çalıştığımız gibi hocalardan biri "söyle bakalım beğendiğin bi ressam varmı" diye sordu. tereddut etmeden "holbein" dedim. sakallı, iri, yeşil gözlü başka bi adam gözleri ışıldayarak "neden" dedi. her şey erkanın dediği gibi gelişiyordu "jüride Mehmet Özer ' de olacak Holbein'i sever , sorarlarsa holbeini beğendiğini söyle" demişti. "çünkü..." dedim " adam dönemine göre farklı, bi sanatçının olması gerektiği gibi yenilikçi vıt vıt vıt.." diyerek devam ettim. Mehmet özer "ne gibi mesela" dedi. "elçiler isimli tablosu var mesela, bi sürü sembol le dolu , tıpkı döneminde ki ressamlar gibi bize resmettiği kişiler hakkında bilgi veren objeler çizmiş. ama biri varki cok farklı ben çözemedim esrararengiz bişey, durduğu yer bile garip resme ait olmayan sonradan monte edilmiş gibi..." derken Mehmet hoca "soyut bi form o, sembolik bişey değil". İşte o an tek kelime etmeden koşarak kaçmalıymışım oradan. kim bilir belki şu an iyi bi marangoz veya migros mağazalarından birinde şef olabilirdim. niyemi?